Yazar
9 dakika okuma süresi
Nis 25, 2024

    Fikri akımlar


    OSMANLICILIK, BATICILIK, İSLAMCILIK VE TÜRKÇÜLÜK FİKİRLERİNİN TOPLUMA ETKİSİ

    Giriş

    Modern Türkiye yolunda köşe taşlarından biri olan Tanzimat Dönemi hem siyaset açısından hem de ortaya konulan değişimler açısından önemlidir. Batı’nın literatüründe ‘’Doğu sorunu’’ olarak nitelediği hasta adam konumunda olan Osmanlı Devleti’ni bölüşme politikasına karşı Osmanlı yönetimi yeni sistemler ortaya koymaya çalışmış ve bunlar sürekli yeni değişimler getirmiştir. Bunlardan en önemlisi de şüphesiz Osmanlı yönetimine bağlı farklı milletleri temsil edip birleştirme düşüncesini savunan Osmanlıcılık, Türk ırkına dayanan siyasi bir millet meydana getirmeye çalışan Türkçülük, Osmanlı’nın hilafet makamından faydalanarak Müslümanları söz konusu yönetimin idaresinde siyaseten birleştirmeyi hedefleyen İslamcılık ve kurtuluşu Batı Medeniyetinin bütün özelliklerini benliğinde sindirerek değişmeyi hedefleyen Batıcılık gibi fikir akımlarıdır.

    Öte yandan her medeniyet ve devrin kendine ait genetik özellikleri ve ne tür aidiyetlere haiz olduklarını meydana çıkaran kimlikleri olur. Mevzubahis kavramlar, mevcut siyasi duruma, sosyokültürel konjonktüre, ekonomik yapıya ve düşünce temellerine göre şekillenmiş veya bunları şekillendiren bir niteliğe sahip olmuştur. Her kanunun bir istisnası olduğu gibi bu olgunun da istisnası mevcuttur. Bazı medeniyet ve devirler bir gayrimeşru çocuk durumuna düşmüş, genetik özelliklerinin kimden alındığı belirlenememiş, ne olduğu veya nereden geldiği anlaşılamamıştır. Batı medeniyetine mal olamadığı gibi Doğu medeniyetinin de eseri olmayan Tanzimat Dönemi bunun en güzel örneğidir. Doğu medeniyeti için ailenin üvey evladı mesabesinde olan bu dönem, Batı medeniyeti için ise sokağa atılmış yetim evlattır. Şüphesiz bu devrin böyle kimliksiz kalmasının nedenleri irdelenmelidir. Bu yazımızda bu nedenlerden biri olan Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük fikirlerinin toplumun genel yapısını nasıl etkilediğini inceleyeceğiz.

       Osmanlıcılık

    Edebi sahada fikir babası Namık Kemal, siyaset sahasında uygulayıcısı Mithat Paşa olan Osmanlıcık fikri, farklı milletleri aynı potada eritmeyi öngörür. Osmanlıcılık fikri Fransız İhtilalinin ortaya çıkardığı milliyetçilik düşüncesini bir nebze olsun azaltmaya yönelik bir adımdır. Bu düşüncenin kökleşmesinde en büyük rolü oynayan Namık Kemal (2016) ‘Vatan Yahut Silistre’ kitabında başkarakter olan İslam Bey’i örnek bir Osmanlı vatandaşı prototipi olarak karşımıza çıkarır. Osmanlı Devleti hükümlerinin geçerli olduğu her yeri kendine toprak ve bu topraklarda yaşayan herkesi de yurttaş olarak kabul eden karakter, yazarın siyasi çözüm olarak ortaya attığı fikrin ete kemiğe bürünmüş hali durumundadır.

    Osmanlıcılık fikri teoride başarılı gibi gözükse de pratikte bunun pek bir yansıması olmamıştır. Bunun nedeni, kanaatimce bu fikri benimseyenlerin devletin siyasi birliğini ve bütünlüğünü göz önünde bulundururken; mevcut yapıda var olan milletlerin kültür, gelenek ve fikir farklılıklarını göz ardı etmeleridir. Yusuf Akçura’nın (2016) değerlendirmesine göre de Osmanlıcılık düşüncesi, tek tipleştirme sorununu beraberinde getirmiştir. Siyasi bir ‘bütünleşme’ amaçlansa da bunun sosyal hayata yansıması çok farklı olmuştur. Toplumun madenleri nispetinde olan farklılıklar kaldırılmaya çalışılmıştır.

    Bir başka sorun bu birleşmenin gerçekten sağlanıp sağlanamayacağı konusudur. Yine Akçura (2016) ‘‘asıl mühim mesele, muhtelif cins ve dine mensup olup şimdiye kadar birbirleriyle kavga ve savaştan uzak kalmayan unsurların, şimdiden sonra kaynaşmalarının mümkün olup olmadığıdır.’’ diyerek aslında bu fikrin uygulamada çok da geçerli olmadığını ortaya koyar. İnsan, fıtratı gereği kendisine fikir, kültür ve din gibi unsurlarda yakın olanı daha çok benimser. Kendisiyle çok bir ortak noktası olmayanı ise benimsemekte zorlanır. Bu düşüncenin farklı uçlardaki toplulukları ortada birleştirmeye çalışması tepkiyle karşılaşmış ve kaçınılmaz olan bölünmeler daha çok artmıştır.

    Batıcılık

    Batıcılık fikri, siyasi yol olarak Batı’nın takip edilmesinin gerekliliğini savunmasının yanında ‘Batı’dan fen ve bilimini alalım, kültürünü ise benimsememize gerek yoktur.’ diyen Osmanlıcılığın aksine Batı medeniyetinin kültür, gelenek ve düşüncesinin de alınması gerektiğini belirtir. Söz konusu fikrin en önemli savunanlarından biri olan Recaizade Mahmut Ekrem (2016) ‘Araba Sevdası’ kitabında başkarakter üzerinden bu fikrin toplumda ne gibi bir kişilik ortaya çıkardığını belirtmiştir. Burada karakter kendi toplumundan sıyrılmış, yabancılaşmış; ancak, kendisini kucağına attığı Batı medeniyetini de tanımaktan yoksun kalmıştır.

    Bu fikrin ortaya çıkardığı en hayati sorun medeniyet karmaşasıdır. Medeniyet karmaşasına hem düşünce hem de kültür ve medeniyet anlamında eksik bulduğu Osmanlı halkını küçümserken uğruna kendi değerlerinden vazgeçtiği Batı medeniyetini de benimseyememiş Tanzimat Dönemi aydınlarından daha güzel örnek olamaz. Felaketin sebebini kültür yokluğu olarak niteleyen Cemil Meriç (2017, s. 144) dönemin en önemli sorununu da belirtmiş olur. Bu durumu bir diğer ifade ile kendi kimliğini bulamamış aynı zamanda kendine bir kimlik oluşturmaktan da yoksun birey ve toplumun trajedisi olarak da tanımlamak mümkündür. Herhangi bir düşünce temeline gerçek anlamda sahip olamayan, kendini bir medeniyet ve kültüre de ait hissedemeyen bu aydın tabakası, Osmanlı toplumunun aynı dönemlerde çektiği ‘fikri çileyi’ de göstermektedir.

    Toplum mühendisliğine soyunan bu kişilerin faaliyetlerinden dolayı bu değişim topluma da yansımıştır. Toplumun geneline yansıması ise iki medeniyet arasında köksüz kalan bir nesildir. Bireyin düşünce yapısını, hayat felsefesini ve dünya ile toplum anlayışını şekillendirdiği gibi içinde var olduğu toplumun medeniyet tasavvurunu, fikir haritasını ve toplum olma algısını da biçimlendiren ‘kişi olma’ olgusu, bu dönem bireylerinin çoğunda gelişemediği için birey hem topluma hem de kendine yabancılaşmıştır. Kendilerine ve toplumuna yabancılaşan bireylerden teşekkül bir toplumda da ‘toplum olma bilinci’ yerleşememiştir.

    İslamcılık- Türkçülük

    ‘’Mithat Paşanın düşmesinden, yani Osmanlı milleti ihdası fikrinin hükümetçe büsbütün terk olunmasından sonra Sultan İkinci Abdülhamid de İslamcılık siyasetini tatbike başladı.’’ (Akçura,2016) Vatandaşlığı Müslüman olmakla belirten bu siyasete göre gerçekleştirilmesi gereken ittihad-ı İslam’dır. Yani Müslüman alemi bir araya getirmedir. ‘Millet ve din’ kavramları aynı anlama getirilerek son dönemlerde millet kelimesine verilen değer, din üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Fransız İhtilalinden sonra başlayan milliyetçilik fikrinin önüne set olması için ortaya atılmıştır bir fikirdir. Osmanlı tebaasının belli bir kısmının gayrimüslim olması siyasetin uygulanmasına çok da olanak vermemiştir.

    Türkçülük fikri ise diğer üç fikrin başarısızlığının sonucunda ortaya çıkar ve farklı coğrafyalarda yaşayan Türkleri bir araya getirme düşüncesini benimser. Fransız İhtilalinin meşru çocuğu olan milliyetçilik fikrinin Osmanlı hükümeti tarafından benimsemenin elzemliğini ortaya koyar. Bir diğer ifadeyle reddedilemeyenden kaçmak yerine onu uygulamanın daha mantıklı olacağı düşünülür. Ahmet Cevdet Paşa’nın ‘’Her şahıs, tasavvurlarını kendi lisanı üzere kurup da sonra başka lisana tercüme ettiği gibi, her millet vakaları kendi tarih ve medeniyetine göre tertip edip öteki tarih ve medeniyetleri ona kıyasla bulur… yani her millet kendi tarihini ve medeniyetini muhafazaya mecburdur.’’ sözünü Türkçülük fikrinin (Paşa her ne kadar Türkçülük fikri taraftarı olmasa da) sloganı olarak nitelemek sanırım yanlış olmaz. Çünkü, bu fikir kültür ve medeniyeti Osmanlı toprağı üzerinde olan halkların geneline yaymak yerine bu Türk milleti ile sınırlamıştır. Cemil Meriç (2017) ise Ali Suavi üzerinden Türkçülüğü ‘kendi aşağılık duygusundan kurtularak, tarihe ve ilme sarılarak vatandaşlarını Türk ırkının ve dilinin üstünlüğüne inandırmak için çırpınma’ olarak tanımlar.

    Türkçülük söz konusu olduğunda, Ziya Gökalp’i bu konuda konuşturmak gerekir. Gökalp’in Türkçülük tanımı, bu fikri savunan kişilerden belli bir anlamda ayrılmaktadır. Çünkü, diğerleri Türkçülüğü sadece ırk olarak nitelerken Gökalp (2014) bu tanımlamayı kişinin aldığı eğitime, terbiyeye, kültüre, ahlaka ve kişinin kendini hangi milletten hissettiğine bağlı olarak tanımlamıştır. Başka bir ifadeyle, herhangi bir milletten olman için o milletin kanını taşımak gerekmez; o milletin düşünce yapısını ve medeniyetini almışsa kişi, kişi o millettendir artık.

    Türkçülük ve İslamcılık düşüncelerinin topluma aksetmesi birbirine benzer şekilde olmuştur. Toplumun belli bir kısmını kucaklarken diğer bir kısmına ‘elin çocuğu’ muamelesi yapmak cemiyetin bölünmesine neden olur. Kendini dışlanmış gören kısım ise artık ‘aidiyet’ fikrinden sıyrılmış ve kendine ayrı bir dünya fikrine gömülmüş olur. Bu sebebe binaen söz konusu fikirler, siyasi bölünmenin yanında toplumsal bölünmeyi de beraberinde getirmiştir. Daha önce de üzerinde durduğumuz ‘toplum olma bilinci’, toplumun fırkalara ayrılması hasebiyle sağlanamamıştır.

    Öbür yandan Kemal Karpat’ın (2015) dediği gibi ‘insanlar bir ihtiyaç nedeniyle veya emirle bir devlete bağlılık duymazlar. Üzerinde yaşanılan, sevilmesinin ve uğruna ölünmesinin beklendiği toprağa bazı tarihsel, psikolojik ve kültürel bağların olması gerekr.’’ Osmanlıcılık düşüncesini benimseyen yazar veya siyasetçilerin aksine Türkçülük ve İslamcılık fikrinde olanlar bu birlikteliği sağlayamamış ve toplumda ortak bir değerler manzumesi oluşturmaktan uzak kalmışlardır.

    Sonuç

    Ortaya atılan bu fikirler detaylı irdelendiğinde bu düşüncelerin sadece siyasi yapıyı değil ayrıca toplumun sosyokültürel ve ekonomik konjonktürünü de etkilediği görülür. Batıcılığın getirdiği kendi geleneksel yapısından uzaklaşma ve diğer geleneksel yapıyı da tam bilememenin yanında Osmanlıcılığın ortaya çıkardığı tek tipleştirme de bu toplumsal yapıyı değiştirmiştir. Türkçülük ve İslamcılık fikirlerinin ise sadece bir gruba özgün olmasından dolayı toplumun birleşmesi ve bütünleşmesi sağlanamamıştır. Bu nedenle, toplum gerçek anlamda yekvücut olamamış ve bölünmeler çoğalmıştır. Başka bir ifadeyle Osmanlıcığın farklı bir kültür ve düşünce yapısının oluşmasına engel olmuştur. Ancak; Türkçülük ve İslamcılık fikirleri bunların oluşmasına engel olmasa da bunların meşruluğunu tanımaz. İleri sürülmüş bu fikirlerin kendi içindeki mevcut eksikliklerine rağmen, dönemin hangi sorununa çözüm olması için öne sürüldüğünü düşünürsek, Osmanlıcılık düşüncesinin milliyetçilik fikrinin ortaya çıkardığı bölünmeyi en iyi şekilde engellediğini görürüz. Çünkü, birçok imparatorluğun yıkılmasına neden olan, ulus devletlerin oluşmasına yol açan milliyetçilik fikrine karşı bütünlüğü ve yekvücut olmayı hedefleyen Osmanlıcılık düşüncesi bunu belli bir anlamda başarmıştır.

    Kaynakça

    Akçura, Y. (2016). Üç Tarz-ı Siyaset. (F. Uçar, Hzrl.) İstanbul: Salon

    Ekrem, R. M. (2016). Araba sevdası. İstanbul: Bilge Kültür Sanat

    Gökalp, Z. (2014). Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak. İstanbul: Ötüken

    Karpat, K. (2015). Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik. İstanbul: Timaş

    Kemal, N. (2016). Vatan yahut Silistre. İstanbul: İnkılap

    Meriç, C. (2017). Bu Ülke. İstanbul: İletişim

    Meriç, C. (2017). Mağaradakiler. İstanbul: İletişim

    Bunlar İlginizi Çekebilir