Bugün, son birkaç ayda gazetelerde, televizyonda gündemimizi çokça meşgul eden, çoğumuzun sabır sınırına dayanan, bunca şikayetin dahi bir son veremediği bir konu üzerine yazmak istiyorum. Kimimizin tecrübe ettiği, psikolojik çöküntüye girdiği, birçoğunun sonunda hayatını kaybettiği, kimimizin de yaşamadığı hâlde bu korkuya her an maruz kaldığı bu konuya umarım bir farkındalık da ben yaratabilirim. Eminim sizin de, benim gibi, aklınıza gelecek konu başlıklarının başında “şiddet” vardır. Bahsettiğim şiddet yalnız kaba kuvvet aracılığıyla hayat bulmuyor elbette. Bir çocuğa yapılan cinsel taciz, bir kadına sergilenen baskıcı tutum veya elbette bir erkeğe söylenen onur kırıcı bir söz, bir hayvan için konmuş mama kabını döke saça çöpe atmak da en az kaba kuvvet kadar şiddet. Fakat ülkemizde şiddetin en büyük örneğinin bir erkeğin kadına uyguladığı kaba veya psikolojik kuvvet olduğu yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır. Her yıl tüm dünya olarak istatistiğini tuttuğumuz ve her yıl durmaksızın artan taciz, tecavüz, dayak ve ölümlerin bence en büyük sebebi bize dayatılan sevgisiz bir çevre ve verilemeyen eğitim. Yine de bitmek bilmeyen bir cinsel açlık, başka birine duyulan öfke, ego tatmini isteği veya sadece çok ilkel bir duyguyla gelen zarar verme isteği duyduğumuz sebeplerden. Veya tabağı doldurmayan yemek, sofradaki eksik yoğurt, sokaktan geçen birine bakmak, neden olmasın? (!) Ve bunun kökleri de yetiştiğimiz bu eril toplumda erkeğe tanınan sınırsız bir özgürlük ve onlara yüklenemeyen her rolün kadınların omzuna binmesine dayanıyor. Onların özgürlüklerinin kısıtladığı, bize kalan o kesin sınırlarla çizilmiş alanı da Işıl Eğrikavuk bir gazete köşesinde ne güzel anlatıyor:
Bu ülkede:
Kadınsan ya anasındır, ya da avrat. Ortası yok.
Göğüslerin ya süt vermek içindir, ya da bakılmak için. Ortası yok.
Kalçaların ya doğurmak içindir, ya şaplak atmak. Ortası yok.
Evlenmeden sevgilin olursa o biçimsindir, evlenmezsen evde kalmışsındır, ortası yok.
İş hayatında işçi de, müdür de olsan kimi erkekler tarafından ‘hayatım, şekerim, güzel kız’ diye çağırılırsın. Ortası yok.
Çocuğun varsa çalışma performansın düşük, çocuğun yoksa eksiksindir. Ortası yok.
Sinirlendiysen, bağırdıysan, tepkini verdiysen ya şirret, ya ahlaksız, ya muayyen günündesindir. Etrafta bağırıp çağıran erkeklerin yanında susup oturman gerekir. Ortası yok.
Kadınsan ya sahiplenilmeye muhtaç, ya sahiplenilmek için bekleyensindir. Ola ki sahiplenilmemişsen de her türlü tekmeyi yemeye müsaitsindir. Ortası yok.
Ayakları altına serilen bu özgür dünyanın samimiyetine hiç inanmadığımdan, kadınlar tarafından -ki bu kadınların anneleri olmadığı kesindir- onlara sunulan gerçek bir sevgiye verdikleri bu tepki de artık şaşırtmıyor. Ne acı ki bize gösterdikleri bu ilkel ve yabani dünya evlerinin bir yansımasıdır ve bu ayna ilerde kuracakları ailenin de karşısına mıh gibi sabitleniyor, ötesini görebilmek ne mümkün! Yedisine kadar böyle gelip, otuz yediye kadar hiçbir gelişme kaydedemeyenler ‘’Yedisinde neyse yetmişinde de odur!’’ sözüne, ailelerine karşı dahi olmayan bir bağlılıkla tutunup bir de kendilerini kabul ettirme çabasına girdi mi, onları benliklerine sığdıramayan kadınlar kurbanları oluveriyor.