Sartre: “Cehennem başkalarıdır.”
Wittgenstein : “Cehennem kendinizsiniz.”
Rimbaud: “Ben, bir başkasıdır.”
Kendimi tanımaya calısıyor kendimi kendimce şekillendirmeye çalışıyorum. Bu boşa kürek çekmekten başka bir şey değil belkide ama o kadar cezbedici ki. ''Ben'' zaten var olan bir şey ve ben buna ancak yeni eklemeler yapabilirim. Belki bir nebze tüm bu kaostan ve korkularımdan kurtulabilirim diye. Özel olmak ister tabi herkes. Sadece ben olabileyim başkası ben olamasın der hep. Böyle dedikçe daha da sıradanlaşırız nedense. Ben olamaz ve toplumda kaybolur gideriz.
Özgürlük bize sunulan bir lütuf gibi, teşekkür etmemizi bile isterler bu yüzden. Oysa neden teşekkür edelim ki? Ben olarak özgür olmalıyım zaten. Başkası sunmamalı bana bunu. Ne kadarını sunduklarını da bilemeyiz. Ya dışındakiler nasıl, bize sunulmayanlar hani. Biz benliğimizi hep dışardakilere göre şekillendiriyoruz. Aslında ben dediğimiz sey bir sürü olayın bir sürü insanın bize yansıyışı. Özgürlüğün sınırının olmamasının tek sebebi kimsenin özgür olmaması. Kimi telefonuna bagımlı iken kimi ailesine bağımlı, kimi işine, kimi evine, kimi de egosuna. Sürünüyoruz ama farkında olmayacak kadar benmerkezci ve benciliz.Sınırlarımız var olmalı da, fakat sınırlarımız hayatın tadını almamıza engel oluyorsa içimize dönüp bakmalı ve kendimizi dinlemeliyiz.
Zamana direnirken ben olmaktan vazgeçen acınası yaşayanlarız sadece. Zaman en büyük düşman bize. Hep koşarken o anlarımızı kaçırmamıza neden olan bir ayrıntı. Yanımızdan sevdiklerimizi alır zaman ilk önce, üzülmemizi ister yas dediğimiz budur sonra tekrar oyununu oynar ve unutmamızı sağlar zaman. Yani hem canımızı acıtır hemde bizi bencil ve acımasız yapar. Çünkü yüzleşmekten korkarız, dinlemeyiz kendimizi. Zamanla öğreniriz her şeyi, zamanla ruhumuz karanlığa gömülür, zamanla yolumuzu çizer zamanla daha çok hata yaparız. Benken önce üçüncü kişiye sonra hiçe dönüşürüz. Unutulur gideriz. Sanki uyandığımız da etkisinde kalıp hatırlamadıgımız o saçma rüya gibi.
Her şey zaman geçtikçe neden kötüye gidiyor? (entropi ?)Zaman geçtikçe çocukken ki salakça mutlulugu yakalamak zor oluyor. Deliriyoruz yavaştan. Sakince deliriyoruz. Mesela yapacak daha iyi bir şey olmadığı için telefonlarımıza hapsediyoruz kendimizi. Belkide sırf yalnız hissetmemek için. Halbuki doğayı unutuyoruz.İhtiyacımız olan her şey ağaçların yeşilliğinde, hayvanların içtenliğindeyken biz birbirlerimize düşman olmayı seçiyoruz. Yalnız hissediyor fakat karşımızdakini dinlemeyi bilmiyoruz. Empati nedir bilmiyoruz. Öğrenmiyoruz. Hayattaki en büyük zevkleri ve mutlulukları itiyoruz.
Kimimizde arkasında hep bi siyah pelerinle koşuyor bu zaman vesvesesinde. Bunaltı adı. Ne zaman korksa ona sarılıyor gücünü ondan alıyor, kendini geliştiriyor ve zamanda en çığlıklı onlar kayboluyor. Hepimizin içinde olan o ses en çok onların içinde konusuyor. En güzeli de, o pelerinin farkında bile değiller. Zaman da sessizce değilde çığlıklarla kaybolmak ve 'ben 'i bulmak üzere...