Herkese merhaba. Sizinle 2. Yazımı paylaşacağım. Bu sefer bir dizi yorumu ile karşınızdayım.
Dizimizin ismi başlıkta da gördüğünüz üzere “Move To Heaven”. Kendisi bir Netflix Orijinal Yapımı bir dizi.Şu an Türkiyede erişilebilir mi pek bilmiyorum açıkçası. Yurt dışında okuduğum için kendi Netflix hesabım bulunduğum konuma göre ayarlıyor.
Türkiyede genel bir önyargı bulunuyor Asya dizilerine. Açıkça söylemek gerekirse ben de bu ön yargılı yaklaşan insanlardan biriydim önceden. Kore veya Asya dizileri dendiğinde insanlar ilk başta hemen bir dalga geçme eğilimine girişiyorlar. Burada 1 saat duyar kasmaya çalışmayacağım.
Samimi olmak gerekirse ön yargısız bir şekilde izlemeye çalışırsanız seveceğinizden eminim. Son yıllarda çok çeşitli konularda öne çıktılar. Klasik “CEO- fakir kız” tabusunun dışına çıkılmaya başlandı. Hala bu tip diziler çıksa da ve izlense de dediğim gibi bir çok farklı türde ürün vermeye başladılar. Açıkcası bu konuda takdir edilesi bir iş çıkarıyorlar. Gerek sinematografisi gerek ise dizide gözüken renk kontrastları ile çok başarılı işlere imza attılar; halen de atmaya devam ediyorlar.
Milletçe ne çok bayıldık değil mi bizi depresyona sokup, üzüntü komasına sokan dizilere. ‘Kırmızı Oda, Camdaki Kız, Fatma…’ Yanlış anlamayın eleştirmiyorum. Ben de bu dizileri izliyorum. Sadece varmak istediğim nokta milletimizin psikolojisi ne kadar bozuldu şu geçtiğimiz 2 yılda bunu fark edin istiyorum. Normalde çok fazla ağır dram içeren diziler izleyemezdik, bizi boğardı fakat şunu fark ediyorum yavaş yavaş; televizyonda izlediğimiz hayatlar bizim hayatlarımıza benziyor aslında. Dahası belki de biz bu hayatları kendi acılarımızı unutmak, bizim hayatlarımızdan daha kötü durumda olan yaşantılara bakıp kendimizi kandırmak için izliyoruzdur.
Çok uzatmadan dizi yorumuna geçeyim yukarıdaki paragraf başka bir yazının konusu;)
Gelelim dizimize. Dizimizin baş karakteri otizmli bir genç. Babası ile birlikte bir şirket işletiyorlar. “Olay yeri temizleme şirketi” tam Türkçe çevirisinin bu olduğundan emin olmamakla birlikte kısaca anlatmak istersem: Vefat eden insanların odalarını, evlerini temizleyip-kişisel eşyalarını toplayıp- ailelerine teslim ediyorlar. Bu evler bazen cinayet mahali oluyor bazen ise eceliyle ölen insanların odaları, evleri oluyor.
Düşünülenin aksine işlerini çok hassas bir şekilde, ölen kişiye saygı göstererek yapıyorlar. Belki bu diziyi bu kadar sevmemin bir nedeni de budur. Kendilerini ölen kişilerin ‘elçileri’ olarak görüyorlar ve vefat eden kişinin son yolculuğuna çıkması için onlara yardımcı olup son olarak söylemek istedikleri bir şeyler varsa bunları yerine getiren kişiler olarak görüyorlar.Daha çok anlatmak istedikleri, varsa sırları veya ardlarında kalan gizemler… Nasıl olayları çözüyorlar derseniz; izleyin derim. Kesinlikle pişman olmayacaksınız.
Dizi başlangıçta otizmli oğlan-Han Geu-ru- etrafında dönüyor. Babası ile olan iletişimi göz yaşartacak cinsten. Çok spoiler vermeden anlatmak gerekirse Geu-ru’nun başına gelen bir olaydan sonra diziye bir “amca” faktörü katılıyor Cho Sang-gu. Bu karakter biraz ilginç işte. Dizide belki de en çok karakter gelişimi geliştiren karakter olabilir. Bu değişimi izlemekten zevk aldım.
Dizide beğendiğim şeyler arasında bir şey daha var Han Geu-ru’nun temizlik yaparken dinlediği Playlist. Bu playlist klasik müziklerden oluşan bir playlist anlayabildiğimiz kadarıyla. Son dönemlerde popülerleşen klasik müzik parçalarını bulunduruyor. Erişim varsa kesinlikle dinlemek isteyeceğim bir playlist. Dinlediği müzikler, temizlik yaparken arka planda çalıyor. Parçalar kesinlikle her müşterinin duygularını yansıtıyor. Gerçekten son anlarında ne hissettiklerini anlayabiliyorsunuz, onların gözünden bakabiliyorsunuz.
Çok ağlak bir insan değilimdir ama bu dizinin her bölümünde göz yaşı döktüm. Hem de her bölümde. Bazı bölümler az şiddette, bazı bölümler ise şiddetli bir şekilde. Hani derler ya hem güldü hem ağlattı. Tam yeridir işte. Gereksiz romantizm yoktu.İntikam yoktu. Öfke yoktu. Saf duygular işlenmişti. Yeri geldi güldüm. Ama ne gülmek…
Çok fazla spoiler vermek istemiyorum aslında fakat dizide sevdiğim bir diğer olay ise “oyunculuk”. Genç jenerasyon(3.jenerasyon) ile 2. Jenerasyonu birleştiren bir yapım olmuş özellikle Geu-ru’nun çocukluk arkadaşı rolünü oynayan hanımefendi-Yoon Na-Mu- çok iyi bir karakterdi. Ayrıca dizi için gerekli bir karakterdi. Geu-ru’nun yaşadığı olaylardan sonraki inkar evresinde çok yardımı dokundu. Bazı olayların ortaya çıkmasında ise hayati bir öneme sahipti diyebiliriz.
Biraz da Geu-ru’yu oyanayan isimi abartalım. Tang Joong-Sang. Kendisi Crash Landing On You dizisinden tanıdık bir surat. O dizide de başarılı bir iş çıkarmıştı. İleride çok başarılı olacağının sinyallerini vermişti. Fakat bu dizide çıtayı Evereste çıkardı desek yeridir.
Bitirmeden önce dizi için eklemek istediğim 2 önemli husus var. Bunlardan biri belki de en önemlisi dizide verilen mesajlar. Her bölüm bize farklı bir atmosferi tattırdılar saf duygulardan oluşan. Sanki bir roller costerda idik ve her bir ray bir duyguydu. Tam tepeden aşağı ise son bölümde indik. Amca ile babasının ilişkisinde, Geu-ru’nun ölümü kabullenme aşamalarında,yaşlı çiftin olduğu bölüm… Dizide işlenen olaylar çok hassas. Her bölüm bize bir farkındalık aşıladılar. Bunlardan bazıları “Vefa,Sevgi,Takıntı,İnkar…” Ama benim en çok takdir ettiğim son zamanlarda k-dramalarda görmeye başladığımız “Eş Cinsellik” Motifi. Günümüzde birçok insan için tabu olarak görülen bir olay.
Dizi bunu çok başarılı işledi. “Sevgi ne olursa olsun sevgidir.”Düşüncesiyle çok güzel aşıladılar.
Son olarak buradan bir şey söylemek istersem: Sevgili okuyucular, önyargılarınızı kenara iterek, beklentiye girmeden bir şans vermek isterseniz pişman olmayacağınıza eminim. Umarım bu yazımı beğenmişsinizdir. Sıradaki dizi yorumumuz da muhtemelen son zamanlarda izlediğim bir k-drama olacak. Şimdiden bir sonraki yazımda görüşmek üzere. Bir sonraki yazıma göz atmayı unutmayın. Sevgiyle kalın:)