Hasan K.
YazarHasan K.
6 dakika okuma süresi
Kas 11, 2019

Mit Ve Bilim

Mite dini araştırmalarla aracılığıyla yaklaşmak onu doğasıyla dinin alanına hapseder. Çünkü mit tanrının insanlara var olduğunun en güzel kanıtıdır. Eğer bir varlık kendisininden küçük olan bir varlığa onun yapamadığı birçok aktiviteyi yaparak varlığını kabul ettirir. Diğer bir görüşle insan tanrının var olabileceğini normal olduğu halde ”bu imkansızdır” diyerek mitleştirir. Çok tanrıcılık adı üstünde mitolojidir. İlkel insanlar modernleştikçe bu görüşler belki de tanrı aracılığıyla oturur. Müslümanların inancına göre kendi dinlerinin en son çıktığını söylerler. Onların gözünde en geç başka bir deyişle en güncel inançta dahi mitolojiye başvurulur. Bunun en önemli örneği el-İsrâ ve en-Necm sürelerinde geçen ayetlerdir.

Yukarıda ki anlattıklarım neticesiyle din, bilim, mit ve felsefe çatışma içerisinde kalır. 20. yüzyılda din araştırmacıları din ile bilim arasında kurmaya çalıştıkları uzlaşı çabasını mit ve din arasında da bol bol gösterirler. Uzlaşı sağlamak için şuana kadar iki önerme insalığa sunuldu. Bir tanesi, dinin, dolayısıyla da mitin konusunu tekrar belirlemekten geçer. Dinin fiziksel dünyayla ilgilenmediğini iddia edilerek bilimin ona el uzatmasının önüne geçilir. Bu cümlede ele alınan mitlerden kastı kutsal kitaplarda geçen geleneksel olan mitlerdir. Örneğin; mısır mitolojisindeki Isis’in Ra’yı bakire olarak doğurmasıyla Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı bakire olarak doğurması. Bu anlatılanlar birebir değil, sembolik olarak inanca hakimdir.

Edward Burnett Tylor bu örnek verdiğim gibi kutsal kitaplarda bulunan tüm metafizik olaylarını inceleyeyip asıl anlatınılmak isteneni değilde dolaysız yöntemle anlamayı seçmiştir. Bu yüzden de bilime yani fiziğe ters düşen her şeyi ağır bir şekilde eleştirmiştir. Buna efemera yapmıştır diyebilirim. Diğer bir yöntem ise gündelik hayata ait olan olaylara dini bir nitelik katmaktan geçer. Bu değişimde yer alan tanınmış bir mitten daha çok lokal mitlere değinilmiştir. Örneğin; sadece insanların rol aldığı hikayeler doğal kabul ediliyordu, ancak bu ölümlü insanlar öylesine yüceltiliyor ki neredeyse birer tanrı haline getiriyorlar. Bir yandan da ”tanrıların” doğaüstü olmayan eylemleri o dönemin bilimiyle çatışmış oluyordu. Bu olayla mit oluşuyor ve hikayede yer alan özneler bir kaç kademe yukarı taşınıyordu.

Benim aklıma gelen üçüncü önerme ise; bu mitolojik olayları sadece dini olan insanlara getirmektir. Bu sayede bilimden bağımsızlaşmak isteyen mitte onun aynı kadere yaşatmayı zorunlu kılınmasına gerek kalmazdı. Affınıza sığınırım ki dinle miti ayırmak bu konudan dışarı kalır o yüzden ondan bahsedemiyeceğim.

İkinci önermeyi biraz daha açmak isterim. İkinci önermenin en büyük temsilcileri Rudolf Bultmann ve Hans Jonas’dır. Bunlar yukarıda bahsettiğim gibi geleneksel dini mitlerin sembolik olarak yorumlanmasının en önde gelen taraftarlarıdır. Her ikiside kendi uzmanlık alanlarında olan hristiyanlık ve gnostisizm dışına çıkmamış olsalar da, en azından bu bakış açılarına göre bir mit kuramını değerlendirmişlerdir. Bahsettiğim Tylor’un görüşünü Bultmann da savunur ve insanlığa şöyle paylaşırlar: Mit dünyaya getirilen ilkel bir açıklamadır ve kesinlikle bilimsel olanla uyuşmaz; tanım gereği bilimi kabul eden insan asla miti kabul edemez. Görüldüğü gibi iki insanda miti reddetmektedir. Ancak ikisinin arasındaki en büyük fark şudur: Tylor’un aksine Bultmann miti sadece sembolik olana göre yorumlar. En ünlü ve oldukça kafa karıştırıcı bulunan açıklamısında mite ”mitolojibozum” yöntemini uygulamıştır. Buradaki amacı miti yok etmek değil, onun sembolik olan asıl özünü ortaya çıkarabilmektir. Örneğin Bultmann görüşüyle Nuh tufanı mitolojisini (mucizesini) ele alırsak. Bu olayı mitolojibozum yapmaya çalışırsak. Ortaya bu ifadeler çıkar: Bilindiği üzere Nuh tufanı hikayesinde her hayvandan çifter alındığı ifade edilir ancak kurt koyunu kaptığı gibi bir çok hayvan genetik düşmanı olduğu hayvanla aynı ortamda yaşayamaz. Veya coğrafik etkilerden dolayı penguenle zürafa, kutup ayısıyla çöl tilkisi ve su aygırıyla gergedan aynı yerde duramaz. Veyahut da denizdeki yaşayan hayvanlar nasıl binecek gemiye? Bu dediğimiz ifadeleri kullanarak yapılan eyleme mitoloji bozumu denir. (kesinlikle bir inanca hançer kaldırma yoktur.)

Mitolojibozuma uğrayan mit, dünyayı açıklamaktan uzaklaşır ve insanın bu dünya üzerindeki tecrübesine odaklanır; bir açıklama getirmek bir yana, bu dünyada yaşamanın nasıl bir his olduğunu anlatan bir ifade biçimine dönüşür. Bultmann’ın zihinyle şu bilgilere ulaşabiliriz: Mit salt ilkel değil(son çıkan dinlerde dahi mit varsa), artık evrenseldir de; sahte değil, hakikidir ve insanlık durumunu gösterir. Örnek vericeksek;

”Mitin görevi dünyanın nesnel görüşünü betimlemek değil, insanın yaşadığı dünya içinde, kendine biçtiği anlamı ifade edebilmesidir. Mit, evrenbilimsel değil, antropolojik olarak, daha doğrusu varoluşcu bir bakış açısıyla yorumlanmalıdır.” (Rudolf Bultmann, New Testament and Mythology, s. 10)

Yeni Ahit’i birebir olarak ele aldığımızda gördüğümüz şey; dünyayı kontrol etmeye çalışan iki farklı güç vardır bunlarda iyi ve kötülüktür aralarında ying ve yang olarak bilinen evrensel savaş vardır. Bu metafizik nesneler işleyişinde olduğu kadar da insanları etkiler ve müdahale ederler. İyi varlıklar insanları iyilik yapmayı yönlendirirken, kötü varlıklarsa insanı kötülük yapmaya yönlendirir. Yeni Ahiti günümüzce okuduğumuzda bilimle çatıştığını görebiliriz. Şöyle örneklemeliyim örnemekle kalmamakla birlikte Bultmann’ın mitolojibozumunu size aktarmalıyım;

” Dünya üç katlı bir yapıdan oluşur; yukarıda cennet, ortada dünya ve yeraltında ise cehennem vardır. Cennet; Tanrı’nın ve göksel varlıkların yani meleklerin evidir. Yer altında bulunan cehennemde acı çekilen yerdir. Dünya, yalnızca günlük işlerin görüldüğü, doğal ve basit bir yer olmaktan ibaret değildir. Bir taraftan Tanrı ve melekleri, bir taraftan da şeytan ve onun hizmetçileri doğaüstü eylemleriyle sahnededir. Bu doğaüstü güçler, doğanın düzenine, insanın düşüncelerine, düşüneceklerine ve yaptıklarına müdahale ederler. Mucizeler oldukça fazladır. İnsan kendi hayatını kontrol edemeyebilir. Kötü ruhlar onu ele geçirebilir. Şeytan onu kötü düşüncelere sevk edebilir. Buna karşılık, Tanrı da onun düşüncelerine ve eylemlerine rehberlik edebilir.”

Mitolojinozumuna uğrayan Yeni Ahit, fiziksel dünyayla tam olarak bağını kopartmaz. Ancak, artık bahsettiği dünya antropomorfik olmayan, yüce ve tek bir Tanrı tarafından yönetilmektedir. Bu Tanrı, insan gibi olmayan ve dünyaya mucizevi yollarla müdahale etmeyen bir Tanrıdır.

İnsanlığın birçoğuna mitoloji gereklidir, çünkü mitoloji olmadan bir tanrıya inanmak zordur. İnsanların insan olabilmesi için bazı olaylarda bazı mekanları vaad edilmesi gereklidir. Bunuda en kolay dinle elde edilir. O yüzden de yöneticiler tarafından hep başvurulan yoldur din. Yönetmek mi istiyorsun ya keramet göster (doğaüstü olay yap) yada azınlık olmayan bir dinin yanında ol.

Elbette, şüpheci biri itiraz edecektir. Bir insan, ne kadar saygı görürse görsün, kutsal bir kahraman olabilir mi? Kutlamak, tapmakla eş değer olabilir mi? Ölmüş bir kahramanı kutlamak onu geri getirebilir mi? Kutlamalara katılan insanların inancı gerçek mi yoksa sadece hayal güçlerinin etkisi mi? Ve sosyal bilimler dalı bu kahramanların etkisini hala açıklıyorken, Mitin bunu yapmasına ne gerek var? Her ne kadar miti, ikna edici bir biçimde, modern ve bilimsel dünyada sağlam bir yere oturtmaya çalışsa da, yeteri kadar inandırıcı olmasını sağlayabilir mi? Sadece sorular ve ortada savaşan bilim ve dini mit ama hangisi ying veya hangisi yang? Size kalmış. İnançlar renk, fikirlerde renk slotudur.


Bunlar İlginizi Çekebilir