Kadınlar Olarak Özgürlük Yolculuğumuzun Dikenli Yolları
Biz kadınlar, dünyanın her yerinde toplumsal bakış açısıyla ikinci sınıf insan muamelesi görmüşüz tarihimiz boyunca. Bunun köklerine inildiğinde kadının aslında rahatı için özgürlüğünü takas etmesi var, atalarımız olan kadınlar o dönemin şartları gereği fazla sorumluluk ve iş yükü almamak adına erkeklere onlara çocuk, sevgi, şefkat verip, yuvayı çevirmeyi teklif etmişler. Erkeklerde hali hazırda korumacı iç güdülü, gücü seven ve şefkate adanmış oldukları için bizi hiç kırmamışlar ve bu iş böyle başlamış. Kadınlar özgürlüğünü takas etmiş evlere kapanarak. Sonra dünya modernleşmeye başlamış, erkekler artık takas işine son vermiş çünkü parayı bulmuşlar ticarete başlamışlar bu kağıt parçası karşılığında. Kadınlar paraya dokunmamış, kazanmamış, gelen parayı ailenin ihtiyaçlarına bölmek için ekbin beyni rolünü üstlenmişler. Sonra eğitim hayatı başlamış zamanla ve babalar kız çocuklarınıda okutmak istemişler. O ilk kız çocuğu o okula ilk adım attığında, kadınlar için yeni, daha özgür, bilinçli ve soumluluk sahibi olma serüveni başlamış. Bundan sonra kadınlar arka planda durmak yerine erkeklerle aynı işleri aynı becerileri yapabilme cesaretini kazanmışlar. Ve bunda da başarılı olmuşlar. Zamanla endüstrileşmeninde etkisi ile, kocalarıyla ve babalarıyla birlikte şehirlere göç eden kadınlar daha büyük sosyalleşme, eğitim ve iş hayatı ağına sahip olmuşlar. Bu aşamada tam kadınların kaderi değişiyo derken, çoktan ataerkil şekillenmiş olan toplumun gözüne batmış bu kadınlar. Girdikleri okullarda, restoranlarda, kütüphanelerde nereye oturup nereye oturamayacakları, hangi alanlara girip, hangilerine giremeyecekleri toplum tarafından söylenmeye ve kısıtlanmaya başlamış. Vitginia Woolf kitabı 'Kendine ait bir oda' da bunu açıklıyor, bir bahçe varmış, sanırım önemli bir kamu binasının dereye bakan bahçesi, kadınların bahçeye girişi yasakmış mesela. kütüphanede dahi kadının gideceği bölmeler kısıtlıymış. Mesela bir kadın sadece aşk romanı yazabilirmiş, bilim ile alakalı bir tez sunamazmış, bu boyunu aşarmış. Bu tarz örnekler düşünün kafanızda. Bunların sorumlusu ne kadınlar ne erkekler, cinsiyeti olmayan ama güce tapan toplumlar bunların sorumlusu. Eskiden kadınlar kitap yayınlayamazmış mesela, bu yüzden bildiğimiz erkek isimli birçok yazar kadın imiş. Mesela birçoğumuzun bildiği George Eliot, aslında bayan Mary Ann Evans imiş. Bunların hepsi bize aslında kadınların içindeki iflah olmaz asi çocuğu gösteriyor. Tıpkı erkeklere benziyoruz inatçılığımızla ve hayata tutunma çabamızla. Demek ki biz erkek ve kadınlar, birbirimizden çok da farklı değilmişiz. Bizi ayırmaya çalışan, birbirimize düşman eden sistem aslında bu sanrıyı yaratıyomuş. Erkekleri korkutmuş toplum baskısı, kadının senden iyi olursa erkekliğin sorgulanır demiş. Bilinçaltına bebekliğinden yerleştirmiş bunu. Ama biraz başarılı olmuş olsada özellikle eski zamanlarda, 21.yüzyılda günümüze baktığımızda görüyoruz ki artık erkeklerin birçoğu, eğitim ve iş hayatında kadınlarla kendini eşit görüyor, hatta bazıları bizlere kıyamadığından pozitif ayrımcılık dahi yapıyor. Bu o kadar güzel ki. Sizi destekleyen erkeklerin olduğunu bilmek, toplum ne dayatırsa dayatsın size inanan, daha iyi yerlere gelmenizi isteyen, ondan bile daha iyi konumda olmanıza sevinecek erkekler var dünyada. Bundan sadece iki yüzyıl öncesinde böyle bir ihtimalin varlığı ütopya sayılıyordu. Tıpkı kadınların kozasından çıkıp özgürlüğe uçmasının ve kendi başının çaresine bakmasının distopya sayıldığı gibi. Glen görün ki ne konumdayız, bundan 50 yıl sonra bugünün koşullarına bakan genç beyinler bizi dahi distopya olarak görecek, bir erkek ve bir kadın birlikte bu yazımı okuayacak mesela, ve gülecek. Diyecekler ki bu kadının lütuf gördüğü şeye bak, biz bunun aksini hayal dahi edemiyoruz.