KAÇ NEFESTİR HAYAT?
Hayat bir tiyatro sahnesi ise ölümlülerin yaşamı da bir çeşit masaldan ibarettir. Bu sonlu zaman dilimi boyunca farklı maskelerle sahneye çıkarak en iyi oyunu sergileyip, alkışları kapmaktır kısaca amaç.
Bilmek ve bilgelik uğruna yapılan onca mücadele, bu amaç uğruna düzülen süslü methiyelerden geriye, çaresizlik kalır sadece. Eli kolu bağlı bir şekilde bilmek ve hiçbir şekilde müdahale etmemek tarihin gelişimine… Kim bilir, belki de Sophocles haklıdır; ”Hiçbir şey bilmemek, ah ne mutlu bir yaşam.” deyimiyle.
Her güçlü, zorba, bilge, fakir, güzel, şanslı ve sağlıklı… Olarak nitelenen kişilikler madalyonun tersini çevirdiğimizde zıt kavramları da barındırmaktadır benliklerinde. Belki de hayat, koca bir yanılsamadan ve çözümsüz bulmacalardan ibaret olan, fanilerin sınandığı bir sahneydi sadece…
Bir de sürekli yaşamın zevksiz, hızlı, boş geçtiğinden yakınırız. Kaç nefes olduğunu bilmediğimiz hayatın bize bahşedilen kısmında boşa harcıyorsak nefesimizi hayat ne yapsın?
Sevdiklerimizle bir arada olamadığımız ya da kendimiz için yarattığımız özel anların bahanelerini bize veren kendi seçimlerimiz değil midir? Yarına güvenmek. Yarına ertelemek yaptığımız. Yarının belirsizliğinde üstelik. Yarın zamanın bize bir vaadi oysa teminatsız. Zamanın nasıl da kimseyi es geçmeden akıp gittiği gerçeği, o nereye olduğunu çözemediğim koşturmacanın içinde belki de bize gülerek bir şekilde hatırlanmayı bekliyor.
Tadını dostun muhabbetinden alan kahvenin yerine plastik bardakta poşetle tatlanmış çayı tercih ediyorsak hayatın suçu ne? İki satır yazmayı çok görüp; kullanılmaktan, herkese mal olmaktan eskimiş, kişiliksizleşmiş, hissiz cep mesajlarını yolluyorsak sevdiklerimize ve sonra da artık insanlık kalmadı nerede o eski günler diye serzenişte bulunuyorsak birde üstüne. Bu kendimize batıracak iğne kalmadığından mıdır acep? Beklentilerimizi o kadar yüksek tutuyoruz ki önümüzde bir dağ oluveriyor biz farkına varmadan. Sonrada dağların geçirmezliğinde dağların dağlara kavuşmazlığında uzaklaşıyoruz insanlardan... Üstümüze sis gibi çökertiyoruz memnuniyetsizliklerimizi... Oysa güneş her gün doğuyor bıkmadan biz görelim diye... Bakmıyoruz! Aklımıza gelmiyor… Kimin ne yediği ne giydiği, ne dediği, kısmen ne hissettiği; dünyanın neresinde kim bilir ne acılar yaşanıyor olabileceğinden daha çok ilgilendiriyor bizi...
Şükretmek için onca sebebin yanı başımızda durmasına rağmen yamacımıza bakmak ne kadar da uzak kalıyor bize... Bir ölüm tecrübesi gerek belki de hepimize... Hiç bitmeyecek gibi hoyratça harcadığımız nefeslerin de sayılı olduğunu anlamak için. Ya da her sabah uyandığımızda bir günlük bir hayat daha bağışlandığını hissetmeye çalışmak, hiç ihtimal vermesek de…
Peki hiç mi güzel anlar yok hayatımızda? Bir tek anın bütün yaşama bedel olduğu anlar, sevdiklerimizle birlikte gülüp eğlenmelerimiz, en azından bir kahkahamız yok mudur? Elbette vardır. Aslına bakarsak hayat kahkahalarımızla hıçkırıklı ağlamalarımızın tamamıdır. Kah ağlarız kah güleriz. İşte tam da bu yüzden hayatı bu kadar irdelemek ne kadar doğru? Sadece anı yaşarsak ne kadar yanlış yaparız ki?
Doğmak, büyümek ve yaşama veda etmek. Gerek sancılı gerek heyecanlı bu üç zaman dilimine büyük anlamlar yüklemeye ya da karamsarca harcanmış yıllar olarak adlandırmaya hiç gerek yoktur aslında. Öyle ya da böyle sayılı gün çabuk geçer misali bir varsın bir yok sihir gibi. İstesen de istemesen de yaşayacak isek neden söylenip, üzülüp dururuz ahlar-vahlar eşliğinde?
Anı yaşamak, şimdiyi görebilmek hayattan tat almasını onu yaşamasını bilmektir esasında... Dünün pişmanlıkları yarının kaygısıdır. Geçmiş ve gelecekten ibaret olduğunu sandığımız hayat, dünün nedameleri ve yarının kaygısıyla bizi onu doyasıya yaşamaktan alıkoyar çoğu zaman. Yani insanoğluna sunulmuş en güzel armağanı. Oysa dün geçmiştir esasında hep gidecek uzaklaşacaktır ve geri gelmeyecektir sabahındaki ümitlerle; akşamındaki hüzünlerle vardır ve öyle kalmıştır çoğu zaman, hayal ettiğimizden hep yoksundur dün. Öyle de kalacaktır.
Ve bilinmezdir yarınların ne taşıdığı. Ya gözyaşları ile saklıdır ya da atılacak kahkahalarla… Her şey bugünde, şimdide gizlidir. Bırakın dün kaçıp gitsin, yarın yanınıza hiç sokulmasın. Yarınları, bir sonraki seferleri rafa kaldırmayıp şimdi yapın ve şimdinin farkına varın.
Geçmiş ve gelecek ancak şimdiki zaman yoluyla anlam kazanır. Geçmiş zamanda olanlar üzerinde takılıp kalmak bugün yapabileceklerinizi engeller. Hayat tercihlerden ibarettir ve sizi siz yapan, şu an içinde yaptığınız tercihlerinizdir.