Bireyler haklarını ancak örgütlenerek etkin bir biçimde savunabilirler. Bu örgütler arasında siyasal iktidar elde etmek ya da bu iktidara ortak olmak ise siyasal partilerle sağlanır. İnsanlar kendi haklarını ve devletler ülke ve vatandaşlarının haklarını korumak isterler. Hak denen kavram kapsamlı bir tabirdir. Mekan, zaman ve cinsiyete göre geçmişte ve günümüzde de değişiklik gösterebilmektedir. Ancak değişiklik arttıkça eşitlik azalır. Örneğin tarihimize ve dünya tarihine bakacak olursak eğer kadınların eğitim, seçme ve seçilme gibi bazı haklara erkeklerden çok daha sonra sahip olabildikleri görülür. Yani bir şeyin hak olması herkes için geçerli olduğu anlamına gelmiyor ne yazık ki çoğu zaman. Bir lider ve yenilikçi görüşlü insanlar sayesinde bu durumun zamanla az da olsa aşıldığını ve hak konusunda eşit olmaya yaklaşıldığını görmekteyiz. İnsan hakları bildirgesinde madde madde insan haklarından bahsedilmekte fakat gerçekçi olmak lazım ki bu maddeleri ortaya çıkaranlar pek de sadık kalıyor gibi görünmüyor. Örneğin medeniyetin ve gelişmişliğin sembolü haline gelen Batı ve kendi toplumlarının hakların da her hangi bir eşitsizlik farkettiklerinde bunu tüm medya aracılığıyla duyurup haklarını arayanlar orta doğu da yaşayan insanların ki bu demek oluyor ki insan haklarına onlar da sahip, bu insanların haklarını göz ardı etmekle kalmayıp onların hayatlarına çıkarları uğruna müdahil oluyorlar.’’ Demokrasi ‘’götürdükleri yerlerde demokrasi dışında ki her manzaraya adeta şahit oluyoruz. İnsan hakları denilince tabiki aklımıza maddelerle örülmüş bir bildirge gelmekte ve özellikle ilk maddesi olan ‘’ Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.’’
Sormak gerekiyor bu durumda, insan kardeşinin yaşama hakkına saldırır mı? Veya akıl ve vicdan sahibi olan bir insan ya da birden fazla insan bunu yapar mı? Güç kullanıp çıkarcı davranarak zaten baştan yok ettiği ahlakı bir de onursuzca gerçekleştirir mi.
Ki bu dediklerimi de destekleyen yine aynı bildirgenin 3. Maddesidir.’’ Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.’’
Sanki adeta yazılan her şeyin aksini yapmak için hareket ediyor ‘’dünya’’.
8. madde ise yargının ve adaletin bu durumda ne kadar yerinde olmadığını gözler önüne seriyor. örneğin:
Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 15 ise vatanlarından zorla koparılan insanların ne kadar da haklarını yazanlar tarafından yine yazılanlardan mahrum kaldıklarını gösteriyor. İnsan hakları bunlar ise neden ayrımcılık yapılıyor yapılanlar insanlığa sığmadığına göre iki taraftan birinin bu tanıma uygun olmadığı bariz ortadadır. Örneğin: Madde 15
1. Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
2. Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.
Dünya nın eylemlerinden ziyade yaşadığımız topraklarda ki duruma da bakmak gerekiyor. Türkiye cumhuriyeti anayasına göre ;
Madde 26 – Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi 9 olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. 15 (Mülga fıkra: 3/10/2001-4709/9 md.) Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. (Ek fıkra: 3/10/2001-4709/9 md.) Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.
Fakat çok da bu maddeye bağlı kalınıldığını söyleyemeyiz. Sosyal medya ya da her han gi bir yol ile düşüncelerini ifade eden insanların haksızca yargılandığını ve hapise mahkum edildiği tarihimizde mevcut bir durumdur.
Tarihimizden bazı olaylara örnek verecek olursam;
1.
Nâzım Hikmet'le arkadaşlığı sonucu sosyalist fikirleri benimseyen ünlü romancı Kemal Tahir'in, astsubay kardeşi Nuri Tahir'e Sabahattin Ali'nin bir öykü kitabını vermesi kötü günlerinin başlangıcı oldu. Hikmet Kıvılcımlı ve Nâzım Hikmet'in aralarında olduğu 17 kişiyle beraber "komünizm yoluyla askeri isyana tahrik ve teşvik" suçlamasıyla 14 Haziran 1938'de tutuklandı. Yavuz kruvazöründe Almanların domuzları besledikleri deniz seviyesinin altındaki sintine bölümüne konuldu. "Bahriye Olayı" diye adlandırılan bu dava sebebiyle, Donanma Komutanlığı Mahkemesi'nde yargılandı ve 15 yıl ağır hapis cezası aldı. Garip olan, duruşmalar devam ederken Sabahattin Ali'nin kitaplarının serbestçe satılıyor olmasıydı. "Devlet Ana"nın yazarı, 1950'de çıkan aftan yararlanıp serbest kaldı. "Esir Şehrin İnsanları"nı 13 yılını geçirdiği cezaevlerinde yazdı. 21 Nisan 1973'te geçirdiği bir kalp krizi sonucu 63 yaşında vefat etti.
2.
Fatih Medresesi dersiamlarından İskilipli Muhammed Atıf Efendi, 12 Temmuz 1924'te Maarif Vekâleti'nden (Milli Eğitim Bakanlığı) aldığı izinle "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli 32 sayfalık risalesini yayımladı. Eserinde; 'Avrupa'nın ilim ve fennini almanın caiz, hatta lüzumlu olduğu; ancak yapılanın ise daha çok şuursuz bir Batı taklitçiliği olduğu' mesajını veriyordu. 28 Kasım 1925'te kabul edilen Şapka Kanunu, Atıf Hoca için sonun başlangıcı olacaktı. Bir gece ansızın evi polislerce basıldı. Resmi arama izni olmamasına rağmen arama yapıldı. "Frenk Mukallitliği ve Şapka" kitabı hakkında tutanak tutuldu. İstiklâl Mahkemeleri, kanunu geriye doğru işleterek Atıf Hoca'yı "Şapka Kanunu'na muhalefet ettiği" gerekçesiyle tutukladı. Basımından 18 ay sonra kitap, Bakanlar Kurulu kararıyla toplatıldı. Atıf Efendi önce Eser-i Cedit vapurunun hayvan taşınan hangarında Giresun'a götürüldü. Mahkemede şapka isyanında direnişçilerin başı olduğu öne sürülen Hafız Muharrem'le yüzleştirildi. Beraat etmesine rağmen serbest bırakılmadı. Trenle 'Kel Ali' lakaplı Ali Çetinkaya'nın başında olduğu Ankara İstiklâl Mahkemesi'ne sevk edildi. Bu kez hakkındaki suçlama "halkı kanunlara karşı kışkırtmak"tı. Beş celse süren dava sonunda hakkında 3 yıl hapis istendi. Ancak Atıf Hoca, suçsuz olduğunu belirterek, savunmasını hazırlamadı. İdam cezası 4 Şubat 1926'da infaz edildiğinde 51 yaşındaydı. Cenazesi ailesine teslim edilmeden kimsesizler mezarlığına defnedildi.
Ve daha bir çok örnekle Türk tarihinde de insanların yargılanmaması gereken hususlarda yargılanabildiğini görmekteyiz.