Jelibon dolu bir fıçının yuvarlanması kadar ilginç bir görüntü gördünüz mü? Ben görmedim. Öyle bir fıçı da görmedim. Hayat da öyledir işte; görmediğin olayları görmüş gibi olsun istersin. Oysa fıçının yuvarlanmasının bana ne faydası olabilir? Hayat da öyledir işte. Faydasız görüntüler hayal ederiz...
Nasıl ama benzetmeler çılgın!!! Filmlerde dizilerde hep böyle benzetmelerle nasihat eden işsiz güçsüz dedeler, tinerciler filan vardır ateşin başında. Verilen öğütlerdeki benzetmelerin dandikliği senaryonun gücünden ileri gelmektedir aslında. Senaryo ne kadar tırtsa benzetmeler ve birbirine müzik eşliğinde bakışmalar o kadar içini öldürür insanın. Evet içimizi öldürüyor bu senaryolar. Öldürgen senaryolarla içimize hayat şansı tanınmıyor. İçimize birden yükleniyorlar. Oysa "we are the çempiıns" diyerek yavaş çekimde elimizdeki patlamış mısırı televizyona fırlatıp gökyüzüne doğru "freedoooooom" arzularımızı haykırmak kurtaracak bizi.
Bence dünyanın en tatlı işi dizi senaryosu yazmak. Hem azıcık yazıyorsun hem epey para alıyorsun. Türk dizileri üzerine onlarca mizah döndü. Şal takan aşiret hanımağası, hiç iş yapmadan holding yöneten aşk kuşları vs. üzerinde dalga geçilmeyen bir nokta kalmadı muhtemelen. Benim dikkat çekmek istediğim şey bambaşka. Senaristler günün geri kalanında ne yapıyor? Herkes ürüne bakarken ben üreticiye bakarım. Neden mi? Çünkü ürüne bakmaktan içim cinayete kurban gitti. İçime ateş ettiler dört el: DAN DAN DAN!
Senaristlerin nasıl yazdığını hayal ediyorum yalnız kaldığım zamanlarda. Böylece çok hayal ediyorum. Çünkü hep yalnız kalıyorum. Çünkü böyle şeyler hayal eden bir insan yalnız bırakılmayı hak ediyor bence. Mesela "Kız: 'Cengiz Gezeroğlu bu yaptığının bedelini ödeyeceksin' der ve birbirlerine 3 dakika bakarlar" gibi bir senaryo yazsam öğlen olmadan sezon sonunu getiririm ben. Geri kalan vakitte ne yaparım acaba? Hadi kahvaltının bulaşığını kaldırıp akşam yemeğini hazırlasam yine üç saatim kalır akşam yemeğine kadar. Senarist olmak işte bu tür boşluklarla baş edebilmeyi gerektirir. Ancak bu vakti kafayı yemeden geçirebilenler senarist olabilir. Bundandır ülkemiz gibi insanların boş kalmaktan nefret ettiği bir yerdeki senarist azlığı. Senaristler çok güçlü bir zihinsel dirence sahiptirler. Gün içerisinde tonla boş vakit olması insanı bunalıma sürükler. Bunalımdan sonraki süreç ölümcüldür: kusuntu!
Kusuntu diye bilinen hastalık az gelişmiş ülkelere özgüdür. Zaman zaman salgın hastalıklardan bahsettim ama onlar bunun yanında "içim ürperdi gözüm kalıyor ya" vs. tırt tepkiler gibi kalır. Kusuntu dönemi çok zor bir dönemdir. En büyük sebeplerinden biri bunalımı insan gibi yaşayamamaktır. Mesela banyodaki fayansları diş fırçasıyla delicesine temizlemeye kalksan annen eşin izin vermez yeni temizledim diyerek. Duvarlara yazı yazmaya kalksan babandan temiz bir dayak yersin. Sabaha kadar duvara not kağıtları fotoğraflar asar aralarına ip gerip bir iş yapıyor gibi görünüp aslında sadece poz kesmek istersin. Sabaha karşı illa ki uyuyacaksın hayvan değilsin ya insansın ve uyuyacaksın fosur fosur. Kalktın mı öğleden sonra; bakacaksın ki annen duvarı tertemiz etmiş geçmişine adeta süngeri çekmiş. Fotoğraf mı yakacaksın? Bak burada dururum. Gerçekten evde fotoğraf yakmayı düşünüyorsan ya gerçekten delisindir ya da ergenlik fotoğraflarını yakmak istiyorsundur ki al abicim ablacım çakmağını ben vereyim, al şu beş lirayı koş bir benzin al!
Gördüğünüz gibi bunalımı insan gibi yaşayamazsınız az gelişmiş ülkede. Bundan sonraki dönem kusuntu dönemidir. Kusuntu dönemine giren bir insan için şunu diyebilirim ki o insandan artık bir yol olmaz. Daha açık konuşmak gerekirse o insandan bir dışkısal organik atık olmaz. Kusuntu döneminde kusmak istersin ve bunu başarırsın. Evet maalesef içine kusarsın. Çünkü sen artık normal insan tepkisi gösteremiyorsun unutma. İçine kustukça içinde yaşayan ve henüz ateş edilmemiş çocuğun da midesini bulandırır ve korkutursun. Çocuk korkudan altına eder ve oldu mu kusmuğun üstüne dışkısal organik atık! Daha nasıl anlatabilirim bu rahatsızlığın ne kadar dışkısal organik atıktan bir durum olduğunu bilemiyorum.
İşte tüm bunlardan dolayı senaristleri gördüğünüz yerde onlara sarılın ve taciz etmeden öperek tebrik edin. Onlar böyle yaşamın en karanlık uçurumlarının kenarlarında gezinirler günün boş kalan vakitlerinde. Evet senaryoları berbat olabilir. Hatta o kadar berbat olabilir ki psikopat bir karakteri hikayede yaşatmaya ve yansıtmaya yetecek güçte bir anlatımları olmaz ve psikopat tam bir spastik beyin ve gerizekalı özürlüsü canlı gibi konuşmaya gözü kaşı ayrı oynamaya başlar. Oysa sokakta öyle bir "şey" ile karşılaşsak taş atıp üzerine soğuk su filan dökeriz. Zaten öylesini hiç görmedim tövbe ya rabbim. Psikopat insanın en büyük özelliği psikopat olduğunu anlamanızı imkansız kılmasıdır. Tespitlere gel adeta hawaii fişek! DAN! (son el ateş ile kaza kurşununa kurban gittim geride kalanlarıma sabır diliyorum)
Olayın özüne dönersek senaristleri üzmeyin. Onlar için kapınızın önüne bir kase kitap, imdb top 250 listesi, inception senaryosu dökümü neyim koyun. Hele yaz günlerinde sahil kesiminde oturan vatandaşlarımız bu konuda duyarlı olsun inandıkları ne varsa onun aşkına!