En başta kısa da olsa bu eserin yazarı olan Honoré de Balzac’dan bahsetmek gerekmektedir. Honoré de Balzac, 1799’da Fransa’nın Tours kentinde doğmuştur. Kendi adıyla yayımlanan ilk eseri “Köylü İsyanı” tarihsel bir romandı. 1829-30 yıllarında taşraya yönelen Tourus Papazı ve Eugénie Grandet gibi romanları basıldı. Birazdan da incelemeye başlayacağımız eser olan Goriot Baba, gerçekçilik (realizm) akımının başyapıtı olarak sayılır. Balzac, 1850’de Paris’te öldüğü zaman, ardında 85’i tamamlanmış, 50’si taslak halinde kalmış roman ve 2000’i aşkın roman karakteri bırakmıştır.
Balzac, romanın daha başlangıcında bu anlatacağı olaylara “dram” demekteydi. Neden dram dediğini ilerde birlikte göreceğiz. Balzac, Goriot Baba’nın sessiz mutsuzlularını okuduktan sonra duygusuzluğumuzu yazarın sırtına yükleyerek onu şiirselliğe kaçmakla suçlayacağımızı söylüyor. Ardından sözlerine şunları ekliyor: “Hayır, hayır! Şunu bilin ki bu dram ne bir düş ürünü ne de bir romandır. All is true (İng. Shakespeare’dan bir alıntı; “hepsi gerçek” anlamında) bu dram öylesine gerçek ki öğelerini herkes kendi evinde, belki de kendi yüreğinde bulabilir.” demekteydi.
Daha kitabın ilk sayfalarında bizi ne kadar realist bir düşünce etrafında yoğunlaşmış bir anlatımın beklediğinin sinyalleri veriliyordu.
Realizm ya da gerçekçilik, bir estetik ve edebi kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa'da ortaya çıkmıştır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı niteliğinde ise gerçekçilik yani realizm, hem klasisizme hem de romantizme bir başkaldırıdır. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından kurtarmak, yenilikçi eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti.
Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve edebi eserlerin bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır.
Realizmde duygu ve hayaller yerini toplum ve insan gerçeklerine bırakmaktadır. Konular günlük hayattan gerçek bir şekilde ele alınır. Yaşananlar, gözlenenler bütün çıplaklığıyla anlatılmaktadır. İncelediğimiz eserde de günlük hayatta herkesin başına gelebilecek veyahutta bu olay hakkında bir fikir sahibi olunabilecek bir konu ele alınmaktadır.
Romanımızın konusu ise hayatını, tüm zenginliğini kızlarına adamış uncu bir Mösyö’nün, Mösyö Goriot’un -daha sonraları Goriot Baba olarak anılacak- Vauquer Pansiyonu’na yerleşmesi sonucu her şeyini kızlarının bencilce ve bitmek bilmeyen istekleri sonucunda nasıl kaybettiği, zenginliğini kızlarının iyi bir evililik yapmaları, arzu ettiği lüks hayatı kızlarına yaşatma isteğini daha sonrasında kızlarının kocaları tarafından istenmemesi, pansiyona yerleşirken en iyi odada kalma imkanına sahipken kızlarının arzu ve istekleri sonucu pansiyondaki en kötü odada kalmaya başlaması, bu odalardaki düşüş sonucu insanların gözündeki Goriot Baba bakış açısının olumsuz yönde değişmesi ve en sonunda kızlarını görememe üzüntüsü içinde bir pansiyon odasında can verişi yani kısaca Goriot Baba’nın maddi ve manevi anlamda nasıl bir çöküş içinde olduğu anlatılmaktadır.
Eğer kafamızı çevirsek etrafımızda insanların mutluluğu, saadeti için kendi mutluluğundan, saadetinden taviz veren insanlar görebiliriz. Sağımıza solumuza bakmamıza da gerek yok aslında. Başkaları için taviz verenlerden biri de biz olabiliriz. Kısaca incelediğimiz romandaki konu hiçbir olağanüstülüğü olmayan gündelik hayattan ele alınmış gerçekçi unsurlar içeren bir konudur. Konusu “Realizm” akımının ögelerini içermektedir.
Bu akımada gerçeğin anlatılması için kişilerin psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerin tanıtımı, içinde bulundukları ortamı ayrıntılarıyla verilir. Bu yüzden de realist yazarlar betimleme anlatım biçimini oldukça sık kullanmaktadırlar.
...“Gözlemlere, yersel renklerle dolup taşan bu “sahnenin” özellikleri ancak Montmartre ve Montrouge tepecikleri arasında, her an dökülmeye hazır alçı ve sıva yığınlarından, kara çamur derelerinden oluşan bu ünlü vadi içinde değerlendirilebilir. Gerçek acılrala, yalancı sevinçlerle dolup taşan bir vadidir burası.”... Balzac böyle diyerek romanının Paris dışında anlaşılabileceğinden şüphe duymaktadır.
...“Bu gösterişsiz pansiyonun işletildiği yapı Madam Vauqer’in kendi malıdır. Neuve-Sainte-Geneviéve Sokağı’nın alt yanında, toprak yüzeyinin Arbaléte Sokağı’na doğru alçaldığı yerdedir. Bu alçalma öyle birdenbire, öyle sert bir biçimde başlar ki atlar buradan ender olarak çıkıp inerler. Bu durum burasını sarı renklere bulayıp her şeyi kubbelerinden yansıyan, somurtkan renklerle karartarak hava koşullarını değiştiren iki anıt, yani Valde-Grace ile Panthéon arasında sıkışmış olan bu sokaklarda kol gezen sessizlik için elverişlidir. Kaldırımlar kurudur burada, derelerde ne çamur, ne su vardır, duvar diplerinden otlar yükselir. Burada en kaygısız insan bile rahatsız, gelip geçenler hüzünlü, evler kasvetli mi kasvetlidir, yüksek duvarlar hapishane kokar, bir araba sesi bir olay olur. Yolunu şaşırıp da buraya düşmüş bir Parisli pansiyonlar ya da okullar, düşkünlükler ya da sıkıntılar görür yalnızca, can çekişen yaşlılığı, çalışmak zorunda bulunan, tutsak edilmiş, şen gençliği görür. Paris’in hiçbir semti böylesine bilinmedik bir yer değildir. Özellikle Neuve-Sainte-Geneviéve Sokağı, tunçtan bir çerçeve, bu anlatıya uygun düşen tek çerçevedir.
Vauquer Pansiyonu’nun ön bölümü bir küçük bahçeyeye bakar; böylelikle Neuve-Sainte-Geneviéve Sokağı’yla dik bir açı oluşturur, burada derinlemesine kesilmiş görünür. Ön duvar boyunca, ev ile bahçe arasında, bir kulaç genişliğinde, kaba çakıltaşları döşeli, çukur bir yer, onun önünde ise, aklı, mavili, büyük çini saksıları dikilmiş sardunyalarla, zakkum ve nar ağaçlarıyla çevrili, ince ve kumluk bir yol vardır. Üzerinde, şöyle bir levhanın olduğu büyük bir kapıdan girilir bu yola:
VAUQUER PANSİYON
Her iki cinsten ve öbür insanlar için”
....
Eserlerinde yalnızca yaşanılanların anlatılmasına yönelen realist yazarlar, olaylar ve kişiler arasında tarafsız davranmaktadırlar. Eserlerine kendi düşüncelerini katmazlar. Amaçları gerçek hayatın olduğu gibi yansıtılması olduğu için toplumun sıradan insanlarına rastlanır. Basit konular da basit kişileri beraberinde getirir. Sokakta yürüyen herhangi bir kişi realist eserlerde kahraman olabilmektedir. Gerçekçi yazarların okuyucu eğitme gibi herhangi bir amacı olmamaktadır.
Bu romanda olduğu gibi yazarımız Honoré de Balzac; olanı olduğu gibi, kendi duygu ve düşüncelerini eklemeden, oldukça basit bir konuyu basit kişilikleri geniş kişilik betimlemeleri ile tekrar altını çizerek olduğu gibi anlatmaktadır.