Öykü
Yıllarca dünyanın küçük bir yer olduğunu öğrettiler bana. Her an, her yerde, herkesle karşılaşabileceğimi ve elimi uzattığımda isteklerime ulaşabileceğimi... Değilmiş. Elimi uzattığımda en çok istediğim yere -insanların yüreklerine - dokunamıyor, o yüreğin altında ne olduğunu bilemiyormuşum. Yahut yürek sahibinin bana ne getirip, benden ne götüreceğini...
...
Kalabalık evrende, kimsesizliğe açıyordum gözlerimi. Kendime dair hiçbir şey bulamadığım bu yerde tavanı izliyordum dakikalarca. Tüm olup biteni başa sarıp yineliyordum yanağımdan süzülen sıcaklık eşliğinde. Hayat yine oyun oynuyordu bana. Öyle bir oynuyordu ki, sürüklemişti beni buraya. Odadaki rutubeti içime çektikçe daha derin düşündüm ve boyası dökülmüş kerpiç duvarların üzerime doğru yol almasına daha fazla dayanamayarak yataktan dışarı fırladım.
Pencereyi araladığımda öfkeyle koşan çocuk, saçlarımı yüzüme savuruyordu. Yüzümdeki tüm somurtmaya rağmen, gökyüzümden düşen incilerin mucizevi uçuşu dudaklarımın yana doğru uzamasını sağlıyordu. Çok geçmeden "ho ho" sesleri kulağımı tırmalamaya başladı. Hışımla kapattığım pencere ile dışarıdaki öfkeyi içime çekmiş olmalıydım ki, yüzümün yandığını o denli hissediyordum. Gözlerimi taşırmaya hazırlandığım sırada aceleci bir ses ile irkildim: "Umuuut. Geç kalacaksın." Umut. Sahi umut neredeydi? Adıma asık biriyken, adımı arar olmuştum. Geçmeyecekti. "Ne ben bu düzensiz düzene alışacağım ne de..." bir yandan mırıldanıp diğer yandan kapıya yöneldiğim sırada camın dışındaki hızlı hareketi farkettim. Şaşkınlıkla tek camlı, yeşilimsi pencereye yöneldim. Bir kız... Yeşil naylon ayakkabısına yerleştirdiği ince çoraplı ayakları, titreyen bacaklarının altında bir sağa bir sola kayıyordu. Soluk renkli önlüğünün altında uçuşan incecik pijamasını çatlamış elleriyle tutuyordu. Sarı örgüsünün ucundaki beyaz saç lastiği düşmeye hazırlanırken tanıdım onu. Kardelen... Yüzünün, tüm renk tonlarını yaşadığına emindim. İki ay olmuştu, babamın inadı sebebiyle "Ümitsizler Köyü" ne yerleşeli. Elimizin altındaki tüm fırsatları tepip, hayal kırıklıklarımın gömülü olduğu ümitsizliğe geleli. Belki bundandır, adımı mumla aramam. Başımı tekrar çevirdiğimde Kardelen'in kedilerin bakışları arasında çalılıkları atlayarak gözden uzaklaşmasını izledim. İki aydır hayretle izlediğim biriydi Kardelen. En çok da ismi ile şaşırtmıştı beni. 'Zor şartlarda yetişen çiçek' anlamını yaşadığına emindim. Ama nasıl? Yine düşünceler eşliğinde benliğimi unutmuşken, kapının gıcırdaması ile gelebildim kendime. Aynı ses bu kez "hemen çıkıyorsun" dedi. Öfkeliydi sesin sahibi. Dağılmış saçlarını toplamaya çalışırken, beni süzmeyi de ihmal etmiyordu. Lütfen dercesine baktım anneme. "Gitmelisin," dedi. "Elbet öğreneceklerin vardır. " Tebeşiri dahi yetersiz olan bir okulda ne öğrenebileceğimi aklım almıyordu. "Ama Karde..." "Bana mı dedin?" "Imm… Yok hayır, şarkı söylüyordum. Çıkıyorum ben. " Bir an yüreğimin hızlandığını hissettim. Zira iki aydır merak ettiğime -Kardelen'in hayat hikayesine- doğru yol almam bunu gerektiriyordu.
Yeryüzü gelinlik giymeye hazırlanıyordu. Montumun içinde titrediğimi hissettiğim sırada, Kardelen geldi hatırıma. İncecik kıyafetiyle onca yolu nasıl geliyordu, öğrenmeliydim. Başıma gelen beyaz top ile kurtuldum düşünce havuzumdan. O top, iki aydır yaşadığım yere çevirdi yüreğimi. Koşturan çocuklar, damındaki karı temizleyen teyzeler, kamyonetini çalıştırmaya çalışan amca...ilk defa çevremi izleyerek, kendimi soyutladığım bu yeri içime çekiyordum. "Küçük bir yer" dedim. Küçük belki ancak büyük hikâyelerin yaşandığı bir yerdi.
Okula yaklaştığımda kartopu eşliğinde gülüşler yankılanıyordu. Bir avuç öğrenci arasında aradığını bulmakta zorlanıyordu gözlerim. İlerlediğimde farkettim, yine aynı yerdeydi. Buz gibi beton üzerinde dizlerini kendine çekmiş, ellerini hohluyordu. O an ciğerimdeki kopuşu hissettim. Ona doğru yaklaştığımda üzerindeki ürkeklik de artıyordu hallice. Elimi omuzuna koymamla irkilerek ayağa kalkması bir oldu. "Haklısın" dedim. "Elim soğuk." Elimin altında aslen ne olduğunu bilmez bir vaziyetteydim. "Üşümüyor musun bu halde?" Pişmanlıkla yutkundum. Utanarak başımı eğdiğimde, iki aydır giydiği beyaz çorapların griye döndüğünü gördüm. Önlüğünü çekiştiren kurumuş elinin morlaştığını farkettim. Uzunca baktım. Canımdan fısıldadım: "İnsan güçlü olmazsa, ölür." Çığlıklar çıkarttı bizi girdiğimiz buhrandan. "Okul tatiiil!" "Bize gelsene?" deyiverdim. "Imm... Yok kızarlar. Sen bize gel ama bahçeye. Hem canavar da yok. " Canavar mı? Bir tür hayvandı sanırım. Bunun gibi çoğu şeyi öğrenmem için muazzam bir fikirdi. Evi uzaktı. Böylece sohbet etme imkanımız bol olurdu. Hem belki ben ismimden bir parça verirdim Kardelen'e, o da gücünden bana... Günlerdir ilk defa bu denli çırpınıyordu dudaklarım. Lakin onda tık yoktu. Olsundu. Elbet açardı, bıçak ağzı. "Bennn" dedi, tüm dikkatimi ona vermiştim. "Henüz çocuk yaşta olmama rağmen, büyük hedeflerim vardı benim. Ölüme ramak uzaklıkta, yüreğimin derininde olan..." Beynimden vurulmuşa döndüm. Ben hayal kırıklığıma homurdanırken, o 'Hayal ölümü' diyordu. Bahçelerine girmiştik. Bahçe? Sıvasız evin etrafına döşenmiş birkaç kırık tuğla ve birkaç hayvan. Islanmış taşa çömeltti beni. Bir yandan saçlarımı yana doğru örüyor -kendisininki gibi- diğer yanda titreyen sesi ile anlatıyordu. Mavi gözleri kırmızıya çalmaya başladı. Beynim de çakan şimşekler eşliğinde dinledim onu. Annesi üveymiş sürekli çalıştırıyor ve dövüyormuş . O halde elimin altındakinin ve koşturmanın kimliği ortadaydı. "Peki annen ?" "Onu hiç görmedim ama onunla konuşuyorum. "Tuhaf bakışlarım arasında oturduğum taşı kaldırdı. Yanık kağıtlar uçuştu dışarı . "O ben doğarken ölmüş ama mektup yazıp o mektubu yaktıktan sonra buraya gömersem , hem beni duyar hemde rüyama gelirmiş " sadece "hmm" diyebildim . Ama yutkunmam 10 saniye mi aldı. Uzun değildi ,uzun geldi. Yüzünün sıcaklığını omuzumda hissediyordum artık. Gözyaşlarımız birbirine karışıyordu. "İlk kez bir kız evime geldi ve ben ilk kez birinin sıcaklığını hissettim. Benim umudum olsana, bende senin gücün olayım ." dedi buğulu sesiyle. "Sahi " dedim. "Dünya hayli büyükmüş ve asıl önemli olan ; Ne aldığımız değil, ne verdiğimizmiş ." "Bakma öyle mahsunca " dedi . "Zira ben büyüdüm , korurum bizi canavardan ." "Bende" dedim . " Bende hallice ..."
Öyle ya büyük olmak için büyümek gerekmiyordu. Büyük olmak için, büyük acılar yaşamak gerekiyordu. Yahut büyük yaralar taşımak işte . Her şekilde aynı kapıya çıkıyordu , büyük olmanın tarifi. Zira insan yaşı geldiğinde değil, yaşayacağı en keskin ânın vakti geldiğinde büyürdü.